Guidetti: “Amacımız işimizi daha iyi yapmak”
11 YILDIR VAKIFBANK KADIN VOLEYBOL TAKIMI’NI ÇALIŞTIRAN İTALYAN BAŞANTRENÖR GUİDETTİ, VAKIFBANK’IN KURUMSAL YAYINI OLAN BİZİM YERİMİZ DERGİSİ’NE AÇIKLAMALARDA BULUNDU.
2008 yılından beri VakıfBank Kadın Voleybol Takımı Başantrenörü olarak görev yapan Giovanni Guidetti, “Hayatta mükemmel diye bir şey yoktur, sporda da yok. Gelişmek ve daha iyisi olmak için salonda çok vakit geçiriyoruz. Buraya sadece işimizi yapmak için değil daha iyi yapmak için geliyoruz. Bence bizde başarının anahtarı, kazansak bile yetinmememiz. Hep daha fazlasını istemek ve daha fazlası için motive olmak” dedi.
11 yıldır VakıfBank Kadın Voleybol Takımı’nı çalıştıran İtalyan başantrenör Guidetti, VakıfBank’ın kurumsal yayını olan Bizim Yerimiz Dergisi’ne açıklamalarda bulundu. VakıfBank’ın başındaki hikayesini anlatan İtalyan çalıştırıcı, “Bu uzun ve çok güzel bir hikaye… Her güzel hikayede olduğu gibi bunun da en güzel yanı planlanmamış olması. Her şey aniden gelişti. Hiç hesapta yokken VakıfBank’a geldim. İlk yılımda çok genç bir antrenördüm. Benim için yeni bir mücadele, yeni bir deneyimdi ama denemek istiyordum. VakıfBank’ta ilk sezonum pek iyi geçmedi. Sezonun ortasında İtalya’ya dönmek için fırsat arıyordum. Hayat kolay değildi. Play-off’un ilk turunda elendik. Normal şartlarda kulübü o anda terk etmeliydim ama kulüp kalmamı istedi. Kulüp Başkanı ’Sana garanti ediyoruz, harika değil ama saygın bir takıma sahip olacaksın’ dedi. Ben de ’Tamam, bir yıl daha’ dedim. 2011 yılıydı. O sezonla ilgili her şeyi hatırlıyorum. Beklenmedik bir sezondu. Hepimiz aynı şeyi düşünüyorduk, ’Bizden daha iyi takımlar olabilir, biz daha iyi olmaya çalışıyoruz, diğerlerinden daha çok çalışmalıyız, kazanmayı diğerlerinden daha çok istiyoruz’ diyorduk. Ve kazanmaya, kazanmaya, kazanmaya başladık. Aniden CEV Şampiyonlar Ligi şampiyonu olduk. Sonrasını biliyorsunuz. VakıfBank şu anda dünyanın en iyi takımı. Sadece bir kere kazandığımız için değil bunu 10 yıldır yaptığımız için. Uzun süre zirvede kalabilmenin büyüleyici bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu hiç kolay değil. Hiçbirimiz değişmedik. 10 yıl önce neysek şimdi de aynıyız. Aynı inanç, aynı heves, aynı güçle çalışıyoruz. Ben bu yüzden VakıfBank’ı çok seviyorum” diye konuştu.
46 yaşındaki antrenörün dergide yayımlanan röportajının tamamı şu şekilde:
– 11 yılda bu kadar kupa kazanmanın sırrı nedir?
“Hep şunu söylemeyi seviyoruz; ’Kazanabiliriz ya da kaybedebiliriz ama her durumda diğer takımlardan daha çok çalışmalıyız.’ Bence bizi başarılı yapan şey, kazansak bile yetinmemek. Hep daha fazlasını istemek. Motivasyonumuz bu. Hiçbir zaman oturup, ’’Vay canına, neler yaptık! Şimdi 3-4 yıl sessiz kalabiliriz’’ demiyoruz. Bir sonraki yıl daha zor olacak. Bu yolda daha fazla ilerlemeliyiz. Belki yeniden kazanacağız tamam ama bu daha da zor olacak. Çünkü iki kere kazanmak bir kere kazanmaktan daha zor. Üçüncü daha zor, dördüncü çok daha zor. Ama biz bu yolu seviyoruz.”
– Kazandığınız kupa sayısını biliyor musunuz?
“Hayır, bilmiyorum ve umursamıyorum.”
– Kendinizi ’Bu takımın orkestra şefiyim’ diye tanımlıyorsunuz. Peki orkestranızın bu kadar uyumlu çalmasını nasıl sağlıyorsunuz?
“Onu ben değil başkaları söylüyor. Kendimle ilgili asla büyük sözler etmem. Ben sadece bu takımın antrenörüyüm. Tabii ki bir orkestrayı yönetiyorum. Onların parlaması, kazanması, daha çok ve konsantre çalışmaları yani şampiyon olmaları için buradayım. Benim işim bu. Onların karşısında değil her zaman yanındayım. Ben fotoğrafta olmaktansa, takımın fotoğrafını çekmeyi seviyorum.”
– Oyuncularınız ’Guidetti’nin idmanları çok ağırdı’ diyor. Gerçekten ağır mı?
“Onlar diyorsa muhtemelen öyledir. Ama benim için eğlenceli. Hayatta mükemmel diye bir şey yok, sporda da yok. Salonda çok vakit geçiriyoruz. Ama durmadan gelişmek ve daha iyi olmak istiyoruz. Bunun için oyuncuyu zorlamak önemli. Şöyle söyleyeyim; buraya ’benim’ işimi yapmaya gelmiyoruz, işimizi daha iyi yapmaya geliyoruz.”
– Başarının sırrı ağır idmanlar mı?
“Öyle olduğuna inanıyorum. Bu bir tutku. Tutku olmadan çok çalışmanın anlamı yok. Aile atmosferi ve ortaya koyduğumuz ruh da çok önemli. Buraya gelen her oyuncu bir voleybol takımının değil bir ailenin parçası olduğunu hissediyor. Bu çok iyi; çünkü aile, özellikle zor zamanlarda birbirine yardım etmek demektir. “
– Voleybolu nasıl oynarsınız? Yeteneğiniz var mı?
“Çok voleybol oynadım ama profesyonelce değil. Fiziksel olarak çok iyi değildim. İtalya’da dördüncü lige kadar oynadım. Ama daha ileriye bir adım atamadım. Yetenekliydim, teknik olarak iyiydim ama fiziki olarak yeterli değildim.”
– Peki neden koçluk? Voleybolu mu seviyordunuz sadece?
“Tabii ki voleybolu çok seviyorum. Babam ve annem öğretmendi. Babam ayrıca voleybol antrenörüdür. Kız kardeşim ise sanat öğretmenliği yapıyor. 18-19 yaşında bir gençken antrenör olmak için hazırdım. Şu anda çok keyif aldığım ve sevdiğim işi yapıyorum.”
– Unutamadığınız bir maç var mı?
“Hem iyi hem kötü çok var. Kötü olan Cannes’daydı. Yılı tam hatırlayamıyorum, Final Four için hak kazanamamıştık. Yedi maç sayısı kaçırdık. Bunu hiç unutmadım. Galatasaray’a karşı play-off’ta kaybettiğimiz maçı da unutmadım. İlk yılımda play-off’un ilk turunda bizi elediler. Treviso’da CEV Şampiyonlar Ligi’ni kazandığımız yıl, Galatasaray’a karşı yeniden kaybettik. Bunu hiç beklemiyordum ve bu maçları hiç unutmadım. İyi olan ise, ilk Şampiyonlar Ligi şampiyonluğumuzdu. Gerçekten inanılmazdı. Bizden çok daha güçlü bir takıma karşı oynamıştık. İlk kez şampiyon olduk, bu kesinlikle unutulmaz. Yine Treviso Final Four unutulmazdı. Geçen yılki yarı final maçı Conegliano’ya karşı oynadığımız (3-2 biten) voleybol tarihinde izlenmesi gereken inanılmaz bir maçtı. Bir de Eczacıbaşı’nın iki maç gerisinde olduğumuz Türkiye Ligi var ki; dönüşümüz inanılmazdı (3-0 ve 3-0).”
– VakıfBank’taki altyapı oyuncuları için ne düşünüyorsunuz?
“Bence çok şanslılar. Çünkü dünyadaki en iyi koçlardan biri olan Bosetti’yle çalışıyorlar. Ayrıca çok güzel bir tesiste antrenman yapma fırsatına sahipler.”
– 11 yıldır Türkiye’desiniz… Daha çok İtalyan gibi mi, Türk gibi mi hissediyorsunuz?
“İtalyan gibi hissetmiyorum. Hayatım boyunca hiç milliyetçi hislerim olmadı. Uzun zamandır İtalya dışında yaşıyorum. Sanırım artık İngilizce’yi İtalyanca’dan daha iyi konuşuyorum. Tam Türk gibi de değilim. Ama burayı gerçekten çok seviyorum. Galiba ben dünya vatandaşıyım.”
– Eşiniz de voleybol oyuncusu… Evde iş konuşuyor musunuz?
“Elbette… Bence evde sizi anlamayan biri olsa, hayat çok zor olabilir. Önemli bir maça üç gün kala hiç konuşmam ve eşim neden olduğunu bilir. Eğer kötü oynamışsak veya kötü bir antrenman geçirmişsek sinirli olurum ve eşim neden sinirli olduğumu bilir. Aynı şekilde ben de onun neden mutlu ya da neden mutsuz olduğunu biliyorum. Birbirimizi gerçekten iyi anlıyoruz.”
– Peki koçluk mu, babalık mı daha zor?
“Kesinlikle babalık daha zor. Düşünsenize hiç deneyimim yok, babalığı kızımla birlikte öğreniyorum. Koç olarak hatalar yaptım ve onları nasıl önleyeceğimi biliyorum. Ama burada durum daha farklı ama her ikisi de inanılmaz keyifli.”
– Kızınızla nasıl vakit geçiriyorsunuz?
“Kızım henüz iki yaşında. Onu mutlu eden her şeyi yapıyoruz. Çok aktif bir çocuk… Bisiklete biniyoruz. Sık sık parka gidiyoruz. İtalyan yemekleri yiyoruz, ’gelato’ (dondurma) ve pizzayı çok seviyor. Sürekli oyun oynuyoruz. “
– Peki U2 ve Bono desek?
“Nasıl söylesem, hayatımın motivasyon kaynağı onlar… Çocukluğumdan bugüne kadar hayatımın her anında benimle birliktelerdi. Bazen fırsat bulduğumda aynı turda üç-beş konserlerine gidiyorum. Tabii ki onların müziğini çok seviyorum, aslında müziği seviyorum. Gitar çalıyorum. Onların yaptığı şeylere daha çok saygı duyuyorum. Bu kadar ünlüler ama onlar Afrika’da vakit geçiriyor, mülteci kamplarına gidiyor, dünyayı değiştirecek politikalar hakkında konuşuyorlar. Bir farkındalık yaratıyorlar. Mesaj veriyorlar. Gerçekten çok ’cool’lar.”
– Favoriniz hangi şarkı?
“Bad adlı şarkıları… Çok ünlü bir şarkı değil tabii ki ama U2 hayranıysanız sizin için en ünlü şarkı oluyor.”
– Maçlardan önce U2 dinliyor musunuz?
“Evet, çok fazla… Arabada mesela. Başkalarını da dinliyorum ama iPod’umun yüzde 90-95’inde U2 var.”
– En sevdiğiniz şehir?
“New York. New York’a gittiğinizde hiçbir plan yapmanıza gerek yok. Sadece otelinizden çıkın ve yürüyün… New York’ta yaşıyorsan, New York olursun.”
– En sevdiğiniz yemek?
“Pizza.”
– En sevdiğiniz tatlı?
“Gelato.”
– En sevdiğiniz film?
“Aslında çok film var, bir tane diyemem. Ama Any Given Sunday. Oliver Stone’un filmi, Al Pacino oynuyor. Çok severim.”
– En sevdiğiniz aktör?
“Denzel Washington’ı çok seviyorum. Robert De Niro, Al Pacino’yu da çok seviyorum.”
– En sevdiğiniz şarkı?
“U2’dan Bad… Michael Jackson’dan değil.”
– En sevdiğiniz Türkçe kelime?
“’Devam’ı çok sık kullanıyorum. Devam devam devam!”
– En sevdiğiniz renk?
“Sarı.”
– En sevdiğiniz kitap?
“Phil Jackson – Eleven Rings… Bu kitap çok güzel, çok şey öğretiyor.”
– En sevdiğiniz mevsim?
“Bahar. Çünkü eşimin adı da Bahar.”