Emre Kılınç: “Hayallerin en üst seviyesi Milli Takım’dır”
SİVASSPOR’UN GENÇ YILDIZI EMRE KILINÇ, MİLLİ TAKIMDA OLMANIN HAYATININ EN MUTLU ANI OLDUĞUNU BELİRTEREK, “FUTBOL HAYATIMIN BENİ EN MUTLU EDEN OLAYI ŞU AN BURADA (MİLLİ TAKIM’DA) OLMAK OLABİLİR. ÇÜNKÜ HAYALLERİN EN ÜST SEVİYESİ MİLLİ TAKIM’DIR, ÜLKEMİZE HİZMET EDEBİLMEKTİR” DEDİ.
Sivasspor’un başarılı futbolcusu Emre Kılınç, Milli Takım’da olmanın hayatının en mutlu anı olduğunu belirterek, “Futbol hayatımın beni en mutlu eden olayı şu an burada (Milli Takım’da) olmak olabilir. Çünkü hayallerin en üst seviyesi Milli Takım’dır, ülkemize hizmet edebilmektir” dedi.
Sivasspor’da gösterdiği başarılı performans ile A Milli Takım’dan davet alan Emre Kılınç, TamSaha dergisine açıklamalarda bulundu. Milli Takım’da oynamanın kendi hayallerinin en üst seviyesi olduğunu belirten Kılınç, kimseyi mahcup etmeyeceğini ve kendisini geliştireceğini söyledi.
Soru-cevap şeklinde gerçekleşen röportajda, Emre Kılınç’ın açıklamaları şu şekilde:
Adını Milli Takım aday kadrosunda görmek, kimseyi şaşırtmadı. Zaten futbola başladığı günden beri vaatlerde bulunuyordu. Sadece yere doğru basmak için bile özel eğitim alan bir futbolcu, Sivasspor’un ardından artık uluslararası platformda kendisinden beklentileri yerine getirmeye başlıyordu. Milli Takım kampında bir araya geldiğimiz 25 yaşındaki oyuncuyla Sivas, Sivasspor, Robinho, Kone gibi geniş bir yelpazede sohbet ettik. Hayatındaki en büyük mutluluğun ay-yıldızlı formayı giymek olduğunu söylerken de gördük ki, aldığı dersler gerçekten işe yaramış, ayakları yere sağlam basıyor.
23 Ağustos 1994’te Sakarya’da başlayan hayat yolculuğunu ve futbol hikayeni anlatabilir misin?
Benim için her zaman futboldan daha ziyade önemli olan okuldu. İlkokulu Pamukova’da, Lise 1’i Adapazarı merkezde okudum. O zamana kadar hayatımda futbol yoktu. Lise 2’de başladım. Bir akrabamız Bolu’ya gitti. Kardeşi Kartal’da oynuyordu. “Sen de git. Futbolda kendini göstereceğin yeteneğin var” dediler. “İyi” dedim, “Gideyim.” “Nereye gidersin, Kartal’a mı, Bolu’ya mı?” Akrabam küçüktü, bize sahip çıkamaz. Benden de küçüktü. Ufuk abimiz var, “Bolu’ya onun yanına gidelim.” Bolu’daki denemelerde beğendiler, sağ olsunlar. Futbol hayatımız başladı.
Ailenin bu kararına tepkisi nasıl oldu?
Anadolu Lisesi’nde okuyordum o zamanlar. Her şeyden önce yine okulum geliyordu. Futbolcuların hepsinin gittiği okul vardı, düz liseydi. Ben Anadolu Lisesi’nde okuduğum için annemler “Düz lisede ne işin var” diye delirmişlerdi. A takıma imza atmaya geldiğim zaman bile annem için en önemli şey okuldu. Ama ondan sonra okula fazla önem veremedik.
Ailende futbol oynayan başka kimse var mı?
Babam DSİ’den emekli. Annem ev hanımı… Bir kız kardeşim var. Ailemde, yakın çevremde futbol oynayan başka kimse yok. Sadece Pamukova’dan çıkan Güven Varol var. Futbolu, profesyonel yaşamı, zaten bir tek ondan dolayı biliyorduk. Köye gittiğim zaman Ufuk abi ve diğer abilerle futbol oynuyorduk. Bizim orada Fenerbahçe Spor Kulübü vardı, oraya da gidiyordum. Ama daha çok okula önem veriyordum. Eğitim her şeyden önce gelir. Annem, “Önce okul” diyordu. Sabahları gidiyordum futbola, oradan çıkıyordum hemen dershaneye koşa koşa Ondan sonra akşam gel, bir daha ders. Baktığınız zaman şu an üniversite okumuyorum ama her zaman bizim için önce eğitim geliyordu. Annemler şu an mutlu ama yine de okumamı istiyorlardı. Hayvanları çok seviyorum. Cumhuriyet Üniversitesi’nin içinden geçerken dikkatimi çekmişti Veterinerlik Fakültesi. ’Puanlarına bakalım’ dedik, yapabilir miyiz, kazanabilir miyiz? Ben okuyamazsam bile eşim üniversiteyi bitiriyor, o olur. O, Bolu İzzet Baysal Üniversitesi’nde İngilizce Uluslararası İlişkiler okuyor.
Öğretmenlerin ne diyordu futbol hakkında?
Okul takımımız vardı. İlkokulda Taci Hoca ile Suat Hocamız vardı, sağ olsunlar, kulaklarını çınlatıyor gibi oluyorum. Taci Hoca, Suat Hoca ile birlikte çok üstümüzde dururdu. Hep oynamam için destek olurdu. “Her zaman futbol aklının bir köşesinde bulunsun” derdi. Hatta Taci Hoca, İstanbul’a, yakın deplasmanlarıma hala gelir. Onlar hep futbola yönlendirmeye çalışırlardı. Hızlıydım. Atletizm de yapabilirdim ama koşmayı futbolcular genelde fazla sevmezler. Hızlıyım, topla ilişkilerim iyi. Ayak tekniğim kötü sayılmaz, sol ayağım iyidir. Her şeyden önemlisi futbolu sevmek… Ben mesela herkesten önce sahada idmana çıkarım. İdman biter, hocalar içeri sokmaya çalışırlar, girmeyiz. İdmandan sonra ekstra şut çalışırız. U16 Türkiye Şampiyonası’na gitmiştik Antalya’da. Orada hem gol kralı olmuş hem de Fair Play Ödülü almıştım. Çok faul yapılıyordu. Hiç sarı kart yememiştim. Benimle birlikte Recep Niyaz da aynı gol sayısına ulaşmıştı. Ben Boluspor’daydım, Recep Niyaz da Denizlispor’da.
Fiziki eksiğini nasıl kapatıyorsun?
Vücuttan ziyade yere basış daha önemli futbolda. Fizik olarak sahada diğerlerinden belki zayıf gözükebiliyoruz ama yere sağlam basmak, kuvvetli olmak çok önemli. Bunun için özel çalışmalar yapıyorum, bunu geliştirmeye yönelik özel dersler alıyorum. Eksiğimiz ne varsa her zaman geliştirmemiz gerekiyor. Kısa boylu oyuncular yere daha sağlam basar. Herkes bizi ortalamaya göre zayıf görüyor ama önemli olan yere basış. Koordinasyon çok önemli.
Seni en çok zorlayan sağ bek kim?
Söyleyeceğim ilk isim Skubiç olabilir. Geçen sene deplasmanda beş yemiştik Konyaspor’dan. Aslında benlik bir şey de yoktu. Eto’o’nun vurduğu topu ceza sahası içinde tamamlayan bir sağ bek. Öyle bir oyuncu Skubiç.
“Büyük” diye tabir edilen takımlara karşı başarılı sonuçlar alırken, beklenmedik rakiplere karşı beklenmedik sonuçlar almanızın sebebi ne?
Bizim oyun stilimiz onlara yönelik. Biz de hemen hemen onlar gibi oyun sergilediğimiz için… Büyük takımlara karşı oynarken mecburen kapanıyoruz. Başakşehir’e iki senedir yenilmedik. İyi kapanıyoruz, hızlı hücuma çok iyi çıkıyoruz. Geçen sene de aynıydık. Ben vardım, Bifouma vardı. Hızlı oyunculara sahiptik. Bu sene de Diabate var, Douglas var, ben varım, Erdoğan var. Şu ana kadar fazla forma şansı gelmemiş olsa bile Erdoğan çok yetenekli bir oyuncu. Bir de büyük takımlara karşı futbolcular daha motive oluyor. Ama kapanan takımlara karşı sıkıntı yaşayabiliyoruz. Konsantrasyon çok önemli futbolda. Beşiktaş’tan bir gol yedik, Başakşehir’den gol yemedik. Ligin en çok gol atan takımlarından bahsediyorum. Ama Kasımpaşa’dan üç, Erzurum’dan dört yedik. Gol atıyoruz, gol atar atmaz gol yiyoruz. Fenerbahçe maçında hakeza aynısını yaşadık. O konsantrasyonu tam sağlayamıyoruz. İki senedir aynı problemi yaşıyoruz. Üst taraf kırılma maçı oynuyoruz. Kazansak, üst tarafı yakalayacağımız, Avrupa hayalimizin artık gerçek olmaya başlayacağı maçları kazanamıyoruz. Ondan sonraki iki-üç maçta da çok problem yaşıyoruz. Düşme hattına yaklaştığımız zaman o kırılma maçları geliyor, kiminle oynarsak oynayalım istediğimiz sonucu alıyoruz. İlk devre Beşiktaş’a karşı oynadık, kazandık. İçeride Rizespor ile berabere kaldık. Başakşehir’e gittik, yendik. Düşme hattına yaklaştığımız zaman o kırılma maçlarını hep kazanıyoruz. Keza Yeni Malatyaspor maçı Yine düşme hattına çok yaklaştık, o maçı kazandık. Ondan önce Akhisarspor’u yendik, kazanmamız gereken bir maç. “Üst tarafı yakalayacağız” dediğimiz, kendimize hedef koyduğumuz zaman üç maç kaybediyoruz.
Robinho’nun senin futboluna katkısı oldu mu?
Tabii oldu. Robinho’nun bütün şehre katkısı oldu. Tartışmaya bile gerek yok. Robinho’dan bahsediyoruz. Televizyondan izlediğimiz, hayalini kuramayacağımız oyuncuyla takım arkadaşıydık. Şimdi Başakşehir’e de katkı sağlıyor. Kendi alışık olmadığı, bu yaşına kadar hiç oynamadığı bir mevkide oynuyor. Devre arası kamptayız. “Kulüp Robinho’yu istiyor” dediler. Samet Hoca (Aybaba) dedi ki; “Robinho olmaz. Çok üst seviye oyuncu. Yüksek paralara gelir.” Samet Hoca da içten içe istemez mi Robinho’nun takımında olmasını! Kampı bitirdik, geldik. Bir akşam telefonum çalıyor, Samet Hoca aradı. “Efendim hocam!” dedim. “Ne yapıyorsun?” diye sordu. “Hocam, dinleniyorum” cevabını verdim. “İyi” dedi. “Bari bol bol dinlen. İdmanları en üst seviyede yap. Ekstra idman yap. Robinho geldi. Kendine dikkat et, ona göre.” Robinho öyle bir oyuncu… Hepimize katkısı oldu. İnanamıyorsunuz nasıl geldiğine Robinho, Sivas’a geliyor. Atıyorum, Kasımpaşa olur, İstanbul, bildiği şehir, duymuştur. İstanbul, dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Sivas’ı hiç bilmiyor. Roberto Carlos, Cicinho, onlarla görüşmüş, oradan biliyor. Şehir olarak onu cezbedecek hiçbir şey yok ama inanılmaz bir insandı. Hiç öyle lüksle falan alakası yoktu. Tek önem verdiği, çocuklarının eğitimiydi. Şehirde, dışarıda bir kişi bile görmemiştir Robinho’yu. Çarşıda gezerken, bir AVM’de, bir kafede oturup kahve içerken kimse görmemiştir. Geliyordu idmana, işini yapıyordu, gidiyordu, çocuklarıyla, ailesiyle vakit geçiriyordu.
Sakarya doğumlusun ama Sivaslılar, seni kendi evlatları gibi görüyor!
Sivas’a 22 yaşında geldim. Emre Kılınç’sam, şu an Milli Takım’daysam buralara gelmemde Sivas’ta yaşayan Sivaslısının, Sivas dışında yaşayıp maçlarımıza gelen taraftarlarımızın hepsinin, yönetimin, takım arkadaşlarımın katkısı var. 22 yaşında alt ligden gelmişim, beraber şampiyon olduk. O yüzden kendi evlatları gibi görmeleri çok doğal. Şehirde de maçlarda bazen bir-iki uğultu oluyor tabii ama dışarı çıktığımız zaman hiç kimseden hiçbir zaman eleştiri almıyoruz. Kimsenin de aldığını düşünmüyorum. Çarşıya çıkıp, karşılaşıp insanlarla “Ya sen öyle kötüydün, böyle kötüydün, senden bir şey olmaz, sen zarar veriyorsun”, öyle bir şey kesinlikle olmuyor. Sivas, futbola aşık bir şehir… Bütün insanların ağzında Sivasspor var. Herkes bir şekilde takip ediyor, maçlara gelemese bile Şampiyonluğa oynadıktan sonraki dönemde biraz kopukluk olması doğal çünkü taraftarlar hep o seviyeleri bekliyor. Oraları yakalayamadığınız zaman bu dünyanın her yerinde oluyordur taraftarların eksilmesi.
Kone gibi tecrübeli bir oyuncu ile takımın ilişkisi nasıl?
Kone ile ilişkimiz çok iyi. Takımın hocası gibi Kone’nin ihtiyar sevincini aslında ilk ben yapmıştım. Sergiy Rybalka ile kampta PS oynuyorlardı birkaç arkadaş. Oyunda vardı ihtiyar sevinci. “Yarın gol atarsan bu sevinci yap” dedi. Bizim de Erzurumspor maçımız var içeride Ben de golü atınca hemen koşa koşa yanıma geldi. Aklıma da geldi o sevinci yapması. O günden sonra gelenek oldu. Rybalka attığı zaman o hareketi yapıyor. Yaşı biraz ilerlediği için o sevinç artık Kone’nin sevinci oldu. Herkes ona yordu. Kone şu an kulübün hocası gibi. Oynasa da oynamasa da problem yapan bir oyuncu değil. Oynamadığı zaman insanlar, “Bu Kone nasıl oynamıyor, kesin morali bozuktur. Sorun çıkartır” diye düşünüyordur. Öyle bir şey kesinlikle yok. Oynasa da oynamasa da her zaman yüzde 100 destek verir. Kone ile Robinho ile oynamak sahada her zaman yanında bir yaşam koçuyla yaşıyormuşsun gibi bir his. Sonuçta saha içinde, saha dışında her zaman size öğütler veren insanlar bunlar. Çok tecrübeli oyuncular. Takımı inanılmaz sahipleniyorlar. Sanki Sivaslı biri takımı nasıl sahipleniyorsa onlar da o kadar sahipleniyorlar. O yüzden onlarla beraber oynamak hepimiz için çok büyük bir şans, her zaman bize bir artı. Ziya abimin maşallahı var. Belki de buralara gelmemde en büyük pay Ziya abimindir. Arkalı önlü oynadığımız için biraz da Çok destek oluyor, her zaman beni beslemeye çalışıyor. Defansın arkasına koşu yapıyorum, hiçbir zaman es geçmez. O pasları en iyi şekilde atar. Sol ayağı, oyun bilgisi çok iyidir. Dediğim gibi, buralara gelmemdeki en büyük pay Ziya abimindir. Mert Hakan Yandaş bence kazanmamız gereken en büyük değer olabilir. Çok yetenekli bir futbolcu. Alt liglerde 60-70 golü bulunan bir oyuncu ki, bir orta saha oyuncusu, santrfor da değil. Gol vuruşu, oyun bilgisi inanılmaz iyi. İki ayağını da çok iyi kullanıyor. Türk oyuncuya yönelmemiz gerektiğini düşünüyorum. Türk ile yabancı arasında üç-dört gömlek fark yoksa her zaman Türkün oynaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bizim evladımız. Mert Hakan, arkasında durduğumuz zaman bizi pişman edecek, mahcup edecek bir oyuncu da değil. Herkes biliyor, antrenmanlarımızı izleyen hocalarımızın hepsi farkında.
Senden her zaman büyük beklentiler oldu. Bu beklentileri nasıl yönetiyorsun?
Yükselişim Sivasspor’a transfer olunca başladı. Bolu’da da aynı şeyleri duyuyordum. Kimseyi mahcup etmemeye çalışıyorum. Bu bizim mesleğimiz. İhanet etmek zaten bize yakışmaz. Her zaman kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Taraftarlar da top bizdeyken heyecanlanıyorlarsa ne mutlu bana.
Mental olarak olgunlaştın mı?
Gol atma işi tecrübe ile alakalı. ’Golü koklamak, golü düşünmek’ derler. Bolu’da orta sahada mücadelenin içinde olmaya çalışıyordum. Kenardan orta gelirdi, içeri girmez, dönen top beklerdim. Bir adım atsam gol atacağım, orada kalırdım. Dönen toplar bana gelir diye beklerdim. Geliştikçe daha çok kaptığımız bir özellik gibi oldu. Mental olarak olgunluğa ulaştığımı düşünmüyorum. Profesyonel hiçbir futbolcu da ulaşmaz. Her zaman bir ekstrası, bir üstü daha vardır. Her geçen sene tecrübeyi üstümüze katıyoruz. O olgunluk saha içinde gösteriliyor ama her zaman daha iyisi vardır. Bazen aslında sakin kalamıyoruz. Hakeme bazen faul çaldığında niye sarı kart göstermedin diye tepki gösteriyoruz, bazen niye faul çalmadın diye. Sakinlikten öte, olgunluk buralarda ortaya çıkıyor. Sonuçta vermediyse vermiyor. Darbe aldıysak, kırmızı kart gerekiyorsa zaten VAR’dan artık uyarıyorlar.
Sivas’ın soğuğu meşhurdur!
Sivas’ın soğuğuna biz denk gelmedik Allah’a şükür. Bir-iki denk gelmişliğimiz oldu da fazla soğuk yaşamadık. Bir Kayseri maçı anlatıyorlar, bir de Trabzonspor maçı eksi 30’larda. Douglas ile David Braz bambaşka bir ortama geldiler. Geldikleri yer Brezilya. Hava güzel, sıcak, deniz, kum. Burada bunların hiçbiri yok. Bambaşka bir ortama geldiler. Ama çok uyumlu insanlar, güler yüzlüler. Çok güzel bir arkadaşlığımız var. Takımı da çok sahipleniyorlar. Zaten takımımızda öyle çatlak ses hiçbir zaman olmadı.
Sağ ayağını niçin kullanıyorsun?
Koşmak için. Bu aralar kullanmaya başladım. Her maçta iki-üç tane ters top atmaya başladım. Sağ ayağımın üstünde de çalışmaya başladım ama maçta aslında o anki heyecanla fazla aklıma gelmiyor. Pozisyon olduğu zaman her şekilde kullanmaya çalışıyorum. Bu aralar ters toplarda yüzde 100 isabetle devam ediyorum. Kuvvetlenmem lazım. Oyun bilgisini her zaman geliştirmem, teknik olarak gelişmem lazım. Sağ ayağımı oyunun içine katmam gerekiyor. İki ayağını kullanan bir oyuncu, her zaman öndedir. Topu önüne alıyorsun, karşında adam var, “Soluna çeker zaten” diyor. Solunu kapatıp, sağına yönlendirmeye çalışıyor. Sağına çekiyorsun, pozisyon yakalasan her zaman en iyi vuruşu yapamıyorsun. Ama öbür türlü olduğu zaman adam ne tarafı kapatacağını bilemez.
En büyük hayalin ne?
Her zaman neyin hayalini kurar futbolcu? Milli Takım’a gelmenin, Milli Takım’da oynamanın Büyük takımlarda, Avrupa’da oynamanın hayalini kurar. İnşallah biz alternatif oluruz bundan sonra. Seçim, hocanın seçimi ama hocayı da o seçime iten futbolcunun kendi performansıdır. İyi olduğumuz sürece, iyi futbolcuyu kim neden istemesin! O yüzden hep en üst seviye oynayıp, hep en üst seviye performans göstermem gerektiğini düşünüyorum. Futbol hayatımın beni en mutlu eden olayı şu an burada (Milli Takım’da) olmak olabilir. Çünkü hayallerin en üst seviyesi Milli Takım’dır, ülkemize hizmet edebilmektir. En mutlu olay, burada bulunmam, burada kalabilmem, buraya gelmem olabilir.
Avrupa’da hangi ligde oynamak istersin?
Avrupa’ya gitsem, bir seçme hakkım olsa İspanya olur. Bana daha uygun. Kora kordan ziyade tekniğin ön plana çıktığı bir oyun oynanıyor. Mesela İtalya’da kora kor ikili mücadeleler, tempo var. Tempomun kötü olduğunu düşündüğümden değil ama İspanya’daki oyun göze daha hoş geliyor. Her şeyin her zaman daha iyisi vardır. Her takımın daha iyisi, her futbolcunun daha iyisi.