Reklam
tvTürk

Dorukhan Toköz: “Bu forma için ölsen, sana şehit derler”

BEŞİKTAŞ’IN MİLLİ FUTBOLCUSU DORUKHAN TOKÖZ, ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR YAPTI. A MİLLİ TAKIM FORMASI GİYDİĞİ İÇİN ÇOK MUTLU OLDUĞUNU SÖYLEYEN TOKÖZ, “BU FORMA İÇİN SAHADA CANINI VERSEN, ARKANDAN ŞEHİT DERLER, ÖYLE GÜZEL BİR MAKAM” İFADELERİNİ KULLANDI.

  • Spor
  • 01 Nisan 2019
  • 170 KEZ OKUNDU
Reklam

Beşiktaş’ın milli futbolcusu Dorukhan Toköz, önemli açıklamalar yaptı. A Milli Takım forması giydiği için çok mutlu olduğunu söyleyen Toköz, “Bu forma için sahada canını versen, arkandan şehit derler, öyle güzel bir makam” ifadelerini kullandı. Genç futbolcu, Beşiktaş taraftarına da aşık olduğunu sözlerine ekledi.

Beşiktaş’ın genç yıldızı Dorukhan Toköz, Türkiye Futbol Federasyonu’nun dergisi TamSaha’ya geniş bir röportaj verdi. Milli Takım formasını giydiği için çok mutlu olduğunu söyleyen Dorukhan, ay-yıldızlı forma için, “Bu forma için sahada canını versen, arkandan şehit derler. Öyle güzel bir makam. Hepsi geçer de bu formayı giymek bir ömür boyu kalır” görüşünde bulundu. İşte tam sahadaki röportaj:

Yakından ilgilenenler için bilinen bir oyuncusun ama Türk futbolseverlerin çoğunun hayatına bu sezon aniden girdin. Beşiktaş seni transfer ettiğinde gelecek için yatırım gibi görülürken, bir anda takımın banko isimlerinden birine dönüşüverdin. Seni daha yakından tanımak adına, en başa dönenerek ne zaman, nerede dünyaya geldiğin ve futbol topuyla ne zaman tanıştığınla başlayalım.

21 Mayıs 1996 Eskişehir doğumluyum. Ailem Eskişehirli. 1993 doğumlu bir abim var. Babam önceleri İstanbul’da bir firmanın pazarlama müdürlüğünü yapıyordu ama daha sonra Eskişehir’e döndü. Osmangazi Üniversitesi’nin karşısında güzel bir büfemiz var. Annem ve babam birlikte çalışıyor. Abim üniversitede İstatistik Bölümü’nde okuyor. Okuldan çıktıktan sonra büfede anneme, babama yardımcı oluyor. Benim futbolla tanışmama gelince; küçükken futbola çok meraklıydım. Babam ve dedem benim iyi bir futbolcu olabileceğimi düşünüp ESKİ Spor’a vermişti. Eskişehirspor da beni ESKİ’de antrenman yaptığım dönemde görüp beğendi ve çok küçük yaşta altyapısına aldı. O zaman 9 yaşındaydım. Eskişehirspor’da bütün yaş kategorilerinde oynadım.

Futbolcu olabilme süreci fedakarlık isteyen bir süreç. Birçok zorluğa göğüs germek gerekiyor. Sen bu süreçte nasıl zorluklar yaşadın?

Ben yaşadığım zorlukları çok fazla anlatmak taraftarı değilim. Her insan gibi benim de hayatımda yaşadığım zorluklar oldu elbette. Daha çok küçüksünüz ve sabahın altısında kalkıp yürüyerek okula gidiyorsunuz. Oradan çıkıp yürüyerek antrenmana gidiyorsunuz. Arada yokluklar oluyor. O süreçte siz de aileniz de fedakarlıklar yapıyorsunuz. Zaten o günleri hep aklınızın bir köşesinde tuttuğunuz için bugünlerin kıymetini daha iyi anlıyorsunuz. O günlerden itibaren hep daha iyi yerlere gelmeyi hedefliyorsunuz.

Futbolculuğu bir meslek olarak seçmeye ilk olarak ne zaman karar verdin?

13-14 yaşlarındaydım. Babamın işleri bozulmuş ve İstanbul’dan dönmüştü. İki çocuk büyütüp aileyi geçindirmek kolay iş değildi. Bunun okulu ayrı masraf, antrenmanı ayrı masraf. Çocuklar bir şey gördüklerinde istiyor. Ben de meselenin farkına o yaşlarda varmış, futbolcu olmam gerektiğini anlamıştım. Kendi kendime, “Ailem benim için bunca fedakarlık yapıyor, benim de onlara destek olmam gerekiyor” demiştim. Küçücük yaşta bunları düşünmeye başlayınca çocukluk dönemim çok hızlı geçti. O yaşlarda “İnşallah futbolcu olurum” niyetiyle çok fazla çalıştım.

Profesyonel futbolcu olunca hayatınızda neler değişti?

Yaşadığımız hayat aynı aslında. Dört sene önce de büfemiz vardı, hala var. Dört sene önce abim oradaydı, hala orada. Hayatımdaki tek fark, benim Eskişehir’de değil de İstanbul’da yaşıyor olmam. Zaten Eskişehir’deyken de bir süre tesislerde kalmış son senemde ise ayrı eve çıkmıştım.

Peki, eğitimini nereye kadar sürdürebildin?

Anadolu Lisesi’nden mezun oldum. İngilizcem fena değil. Üniversiteye açıktan kaydoldum çünkü devam edemeyeceğimi biliyordum. Rahat olduğum bir dönemde sınava girip, üniversiteye de devam edeceğim.

Türk futbolunun kilometre taşlarından birisi olan Eskişehirspor’un senin için ne anlam ifade ettiğini anlatır mısın?

Eskişehirspor tarihi, başarıları ve örnek taraftarıyla bence Anadolu’nun en büyük kulübü. Ben de o taraftarın arasından geldim. Babam tribünlerde yer almış, Eskişehirspor camiasında çok sevilen birisidir. Bazen onunla, bazen de onun beni emanet ettiği abilerle birlikte deplasmanlara giderdim. Deplasmanlarda çok fotoğrafım vardır. Eskişehirspor’un bendeki yeri çok ayrıdır. Buralara geldiysem de 9 yaşından bu sezonun başına kadar formasını giydiğim Eskişehirspor sayesindedir.

Üzerinde emeği olan teknik adamlara gelirsek

Serkan Topkaya, Emre Özbayer, Berkant Ongan Hocalarımızın üzerimdeki emeği çoktur. Yaş kategorilerinde sürekli takım kaptanlığı yaptığım için kendileriyle çok yakın diyaloglarım olurdu. Hala da görüşmeye devam ediyoruz. Benimle ilgilenmeyi sürdürüyorlar. Altyapıdan A takımlara çıkmak gerçekten çok zor bir iştir ama sağ olsunlar o süreçte ellerini omuzumuzdan hiç eksik etmediler. Ben de onları mahcup etmediğimi düşünüyorum.

Altyapıdan çıkmak zor dedin. Gerçekten de öyle Futbola birlikte başladığın pek çok oyuncu bugün futbol sahnesinden çekilmiş durumda ama sen hem Beşiktaş’ta hem de Milli Takımlarımızda forma giyiyorsun. Seni diğerlerinden ayıran ve bugüne taşıyan farklar nelerdi?

Bence futbolcu olabilmenin yüzde 90’ı çalışmak Çalışırken asla pes etmemek, hayatından fedakarlıklar yapmak, mesela arkadaşların gezip tozarken bile işine odaklanmak veya dinlenmek Ben böyle bir çocuktum.

O yaşta bunu nasıl idrak edebiliyordun?

Futbolcu olmam gerektiğini düşünüyordum ve küçük yaşlarda A takımla idmanlara çıkmaya başlamıştım. Abilerimiz bize öğütler veriyordu. Onların hayatlarını takip ediyordum. Okuduğum kitaplardan, izlediğim televizyon programlarından da nasıl yaşamam gerektiğini biliyordum. Sağ olsun babam da bu konularda bilgilidir. Bana her zaman çalışmanın, beslenmenin ve dinlenmenin ne kadar önemli olduğunu anlatırdı. Evet, çocuksunuz ve arkadaşlarınız gezerken veya oynarken siz de onlarla birlikte olmak istiyorsunuz ama diğer yandan da meslek olarak seçtiğiniz futbolun gereklerini yerine getirmek zorundasınız. Ama altyapıdan çıkmanın asıl zorluğu başka. Hak edenden çok hak etmeyenlerin değer gördüğü zamanlara çok şahit oldum. Sen ne kadar iyi olursan ol, bir başkası önüne geçebiliyor. Dışarıdan para ödenerek getirilen oyuncu ne yazık ki altyapıdan yetişen bir oyuncuya tercih ediliyor. Bunu neredeyse bütün kulüplerde görüyoruz. Mesela ben 16-17 yaşlarında A2’de oynuyor, A takımla idmanlara çıkıyordum. O dönemde A takımda oynayabilecekken, bahsettiğim bu mesele nedeniyle forma giymem bir sezon ileriye atmıştır.

Eskişehirspor’la çıktığın ilk Süper Lig maçını hatırlıyor musun? O maç öncesinde neler hissetmiş, nasıl hazırlanmış ve maç içinde neler yaşamıştın?

Başakşehir maçıydı Samet Aybaba Hocamız zaten öncesinde kupa maçlarında beni oynatmıştı. İlk geldiği günden beri bana, “Çalışmana dikkat et, kendine iyi bak, her an oynayabilirsin” demişti. Başakşehir maçında böyle bir fırsat geldi. Maç benim için çok iyi geçmişti. O gün oyuna ikinci yarıda giren Emre abiye (Belözoğlu) karşı oynamıştım. İlk yarıyı 1-0 önde kapatmıştık ama Emre abi oyuna girdikten sonra bir asist yapıp penaltıdan bir gol atınca 2-1 yenilmiştik. Maçtan sonra Emre abinin formasını almıştım. Zaten bir tek onun forması vardır bende.

Söz Samet Aybaba’dan açılmışken soralım Teknik adamlıktaki alameti farikası genç oyuncuları vitrine çıkarmak olan Samet Hoca senin için ne anlam ifade ediyor?

Benim için çok ayrı bir anlamı var. Sadece Samet Hoca da değil, ekip olarak Selçuk Hoca, Yılmaz Hoca, Ersin Hoca benim futbol hayatımda çok önemli. Benim gelişimime özel çalışmalarla büyük katkı sağladılar. Daha önce birçok teknik adam bana “Seni oynatacağım” demişti ama Samet Hoca “Oynatacağım” dedikten hemen sonra oynattı. Üstelik de takım çok kritik bir dönemden geçiyordu ama buna rağmen bana güvenip şans verdi. Buradan kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.

Seni bir joker gibi görüyoruz. Göztepe ile oynanan son Süper Lig maçının ikinci yarısında stoper olarak görev yaptın. Futbola başladığında hangi mevkide oynuyordun? Sonrasında nerede görev yapacağın konusu nasıl şekillendi?

Futbola santrfor olarak başladım. Zaten genelde böyledir. ESKİ Spor’dayken gol kralı olmuştum. Eskişehirspor’a da santrfor olarak geldim. Sonra orta sahaya çekildim ve ilk maçımda bir gol bir asist yapınca 8 numara pozisyonunda kaldım. Ertesi sezon 6 numaraya çekildim ve orada oynamaya başladım. Samet Hoca döneminde A takımda da 6 numara pozisyonunda oynamayı sürdürdüm. Ertesi sezon Alpay Özalan Hoca döneminde ise Kamil Ahmet abi orta sahada, ben sağ bekte oynadım. İkimiz de yeni mevkilerimizde iyi performans göstermiştik. Sonra Mustafa Denizli Hoca geldi ve beni yeniden orta sahaya aldı. Geçtiğimiz sezon ise ağırlıklı olarak sağ bekte görev aldım. Takımın transfer yasağı olduğu için beni sağ bekte değerlendirdiler. İyi de bir sezon geçirdim. Birkaç gol attım, çok sayıda asist yaptım. Eskişehirspor’da stoper oynadığım maçlar da oldu.

Bir yerin oyuncusu olmak mı daha iyi yoksa her yerde görev yapabilmek mi?

Bu konuyu hocalarımız daha iyi bilir. Ben en iyi oynadığım mevkilerin 6 ve 8 olduğunu düşünüyorum ama sağ bek de stoper de oynayabiliyorum. Beşiktaş’ta da Şenol Hocamız bazen 10 numaraya ya da Burak abiye yardım etmem için beni biraz daha ileriye atıyor. Nerede görev alırsam alayım yüzde 100’ümü verip görevimi yerine getirmeye çalışıyorum.

Her oyuncuya da “Bugün stoper oyna, yarın orta sahada, öbür gün sağ bekte oynarsın” demiyorlar. Beşiktaş’ta bu tip oyuncular olarak seninle birlikte Medel, Necip ve Adriano var. Jokerlik için nasıl özelliklere sahip olmak gerekiyor?

Sanırım koşu mesafesi yüksek, ikili mücadeleden kaçmayan, iki yönlü, dinamik oyuncular farklı görevler için tercih edilebiliyor.

6 ve 8 pozisyonlarında görev yapan oyuncularını rakip ceza sahasına daha fazla yaklaştırabilen takımlar avantaj sağlıyor. Şenol Hocanın takımları genellikle böyledir. Üst üste üç maçta gol atan bir oyuncu olarak bu konuda neler söylersin?

Taktik çalışmalarda ilk topları Atiba alıyor ve Şenol Hocamız benim daha ileride bekleyip rakip ceza sahası içine koşular yapmamı istiyor. Bu koşularda topla buluştuğum zaman gol olabiliyor. Ama tabii bir o kadar da aynı tempoyla geriye koşmak gerekiyor.

Bu tempoyu koruyabilmek için neler yapıyorsun?

Beslenmeme ve uykuma dikkat ederim ama asıl ekstra yaptığı şey çalışmak. Akşam antrenman varsa sabah, sabah antrenman varsa akşam mutlaka kendim idman yaparım. Core antrenmanları, güç antrenmanları, idman sonrasında şutlar, saha içinde yüzde 100’ümü vereceğim koşular gibi Sahaya çıktığınızda yüksek tempoya hazır olmanız için bunları yapmak zorundasınız ve ben çoğu futbolcunun da bu özel antrenmanları yaptığını düşünüyorum. Beslenmeme dikkat ettiğimi söylemiştim. Zaten iki öğünü kulüpte yiyorum. Düzenli yaşıyorum. Öyle çok dışarı çıkma meraklısı birisi değilim. İzin günlerimde takım arkadaşlarımla ya da İstanbul’da okuyan Eskişehir’den arkadaşlarımla buluşup bir şeyler yapıyorum. Diğer zamanlarım dinlenerek geçiyor.

İstanbul’a gelip Beşiktaşlı Dorukhan olduktan sonra Eskişehir’den eski arkadaşlarınla irtibatı koparmaman güzel

Bu dünyada şan-şöhret, mevki-makam geçici… İstediğiniz kadar güzel yerlere gelin, isteğiniz kadar yükseklere çıkın, bir gün gelir tepetaklak oluverirsiniz. Çok para kazanırsınız, kariyerinizi çok iyi noktalara taşırsınız ama hepsi geçici. İnsanlar sizi bunlarla değil kişiliğinizle, karakterinizle hatırlayacak. Nereden geldiğimi hiç unutmadan, çocukluk arkadaşlarımla dostluğumu sürdürmem de çok normal.

İdollerin kimler?

Xabi Alonso’yu çok beğenirdim. Yine aynı tarzdaki Gerrard’ı çok beğenerek izliyordum. Futbolda hem defans hem ofansı bir arada yapmak gerçekten zor ama bunu yapabilirseniz ortaya güzel şeyler çıkıyor. Xabi Alonso ve Gerrard bence oyunun iki yönünü de çok başarıyla oynayabilen oyunculardı.

Eskişehirspor’da oynarken Ümit Milli Takım’dan davet aldın ve arka arkaya çıktığın dokuz maçla dikkatleri üzerine çektin. Ümit Milli Takım’a ilk davet edildiğinde neler hissetmiştin? Ay-yıldızlı formayı giymek sende nasıl duygular uyandırıyor?

Siz de görüyorsunuz, boynumda bayrağımızın döğmesi var. Vatanımız, milletimiz için canımızı veririz. Bunu zaten bütün Türk evlatları yapar. Bugün 18 Mart ve röportajı da Çanakkale Zaferimizin yıldönümü olan çok özel bir günde yapıyoruz. Bu forma için sahada canını versen, arkandan şehit derler. Öyle güzel bir forma. Öyle güzel bir mevki, makam. Hepsi geçer de bu formayı giymek bir ömür boyu kalır. Ona yakışır davranmak gerekiyor. Bir de hiç unutmamak gerekiyor; ileride çocuklarıma anlatacağım en önemli hatıralardan biri.

Beşiktaş’a transferinin hikayesini anlatır mısın? Seni isteyen başka kulüpler de var mıydı ve sen neden Beşiktaş’ı tercih ettin?

Beni isteyen, menajerimle görüşüp konuşan çok sayıda kulüp vardı. Ama ben böyle işlerin içine girmeyi çok sevmiyorum. Beşiktaş’tan teklif geldiğinde ise çok heyecanlandım. Çünkü Beşiktaş iki sene üst üste şampiyon olmuş bir takımdı, çok büyük oyuncuları ve Şenol Güneş gibi çok değerli bir teknik direktörü vardı. Bir de ben Eskişehirspor gibi güçlü bir taraftar topluluğu olan takımda yetiştiğim için taraftarın gücü de tercihimde önemliydi. Beşiktaş gibi Türkiye’nin en güçlü taraftarının önünde oynamak beni çok heyecanlandırmıştı. Tabii ki Beşiktaş’a gelip oynamak da kolay değildi. Çünkü bir alt ligden geliyorsunuz, insanların çoğu sizi iyi tanımıyor Gerçekten zor bir karardı. Belki bu kararı veremeyecek çok kişi vardır. Aileme ve menajerime şunu söyledim, “Ben Beşiktaş’ın kapısından girdikten sonra çalışıp formayı alırım.” Tabii ki formayı hocalarımız veriyor ama ben de çok çalışıp formayı alana kadar elimden geleni yapacağımdan emindim.

Zaten Beşiktaş’a ilk geldiğin dönemde yedek kulübesindeydin. Takımın orta sahasında Atiba’lı, Medel’li, Tolgay’lı, Oğuzhan’lı, Necip’li zengin bir kadrosu vardı. O dönemde sıranı beklerken kafandan neler geçiyordu?

Ne olursa bir futbolcu hep sahanın içinde olmak ister. Tabii ki insan yedek beklerken psikolojik açıdan zor günler geçiriyor. Ama ben geldiğim yerin farkındaydım. Nasıl büyük bir camiaya geldiğimi biliyordum. Hep daha çok çalıştım ve kendimi asla salmadım. Her hafta “Şimdi oynayabilirim” diye düşündüm ve kendimi hep hazır tutmaya çalıştım.

Zaten formayı bir kere giydikten sonra da bir daha çıkarmadın.

Formayı ilk olarak Genk deplasmanında oyuna sonradan girerek giydim ve yavaş yavaş oynamaya başladım. Sağ olsun bizim takımdaki oyuncuların hepsi iyi insanlar. Bana sahip çıktılar, destek oldular ve ben de verilen şansları iyi kullanmaya çalışarak, bana güvenen, destek veren insanları mahcup etmemeye gayret ettim.

Beşiktaş’taki ilk lig maçına Sivasspor karşısında Vodafone Park’ta çıktın. O taraftarın önüne çıkarken neler hissettiğini anlatır mısın?

Taraftarına aşık olduğum bir camiadayım. Sivasspor maçından önce UEFA Avrupa Ligi’ndeki Partizan maçının son 10 dakikasında oyuna girmiş ve asıl büyük heyecanı yaşamıştım. Taraftarın önüne ilk kez çıkıyordum. Allah’a şükür o maç da benim için iyi geçmişti.

Taraftarın gücü bir şehir efsanesi değil, öyle mi?

Elbette değil. Top karşı takımın ayağındayken taraftar ıslıklamaya başladığında, ne kadar yorgun olursanız olun, içinizden bir baskı yapma isteği yükseliyor. Bu ıslıklar karşı takımı da mutlaka olumsuz etkiliyordur. Veya taraftar “Gol, gol” diye bağırdığında, daha çok atak yapasınız, daha çok bastırasınız geliyor. Bu normal.

Beşiktaş’taki teknik direktörün Şenol Güneş’le Milli Takım’da da birliktesin. Şenol Hoca elinin değdiği oyuncuların performansını birkaç gömlek yukarı taşır. Senin üzerindeki Şenol Güneş etkisini nasıl anlatırsın?

Şenol Hoca oyuncusuna güveniyor ve bunu da karşısındakine hissettiriyor. Benim için öyle oldu. Bana güvendiğini hissettim ve özgüvenim yükseldi. Bir-iki hata yapsam da beni tolere ediyor. Bunu beni sevdiği veya genç olduğumu düşündüğü için yapmıyor. Bana inandığı ve saygı duyduğu için hatalarımı tolere ettiğini hissediyorum. Üçüncü hatayı da yapsam dördüncüyü yapmamak için elimden geleni esirgemeyeceğimden emin ve bu duygusunu bize de geçiriyor. Bu davranışı bizi moral açıdan da üst seviyeye taşıyor. Antrenmanlarda ya da antrenmanlar dışında yaptığı konuşmalarda kendimizi geliştirmek için yaptıkları ve söyledikleri bir yana, hocanın en büyük artısı bizim için hep pozitif şeyler düşünmesi. Oyundan alınsak bile bir art niyet olmadığını çok iyi biliyoruz. Ya da o hafta oynamadığımız zaman “Hocanın bir bildiği veya bizim bir yanlışımız vardır” diye düşünüyoruz. O yüzden hep içimiz rahat. Çalışanın formayı giydiğini biliyoruz ve o rahatlıkla mesaimize devam ediyoruz. Şenol Hocama bir kez daha teşekkür ediyorum.

Şenol Hocanın Milli Takım’a nasıl bir etkisi olacak sence?

Bence çok pozitif bir etkisi olacak. Öncelikle takımdaşlık duygusunun çok yüksek olacağını düşünüyorum. Zaten Şenol Hoca buraya geldiğimizde yaptığı ilk konuşmada genç veya tecrübeli bütün oyuncularla konuştu. Onun takımdaşlık duygusunu en yüksek seviyeye çıkartacağından eminim. Bir de Şenol Hocamızın farklı antrenmanları var. Bu antrenmanların da takıma büyük katkısı olacağını düşünüyorum.

Şenol Hocanın oyun felsefesi, futbolcunun oynadığı oyundan keyif alması üzerine kurulu Bu da önemli bir avantaj olmalı

Evet Şenol Hoca her zaman topun bizim ayağımızda olması gerektiğini söyler. Futbolcu da top ayağındayken keyif alır. Top rakipteyken de bir an önce geri alabilmek için baskı yaptırır. Dar alanda baskı yapıp topu kazanmak ve yeniden hücum yapmak da oyuncuya keyif veren bir şeydir.

A Milli Takım kadrosunda olmayı bekliyor muydun?

Buna cevap vermek kolay değil. Elbette bir oyuncunun en başından beri en büyük hayali Milli Takım’da oynamaktır. Ben de bu sezon Beşiktaş’ta bir seri yakalayıp oynadım ve iyi-kötü bir performans gösterdim. Kendi kendime “Belki gidebilirim” diye düşünüyordum ve iyi ki de buradayım. İlk defa A Milli Takım kampındayım ama hiç yabancılık çekmiyorum. Ben insanlarla muhabbet etmeyi seven birisiyim, girdiğim ortamlarda yabancılık çekmem. Bir de Ümit Milli Takım’dan burada 7-8 arkadaşım var. Gençlerin hepsiyle samimiyiz. Abilerimizin hepsi de çok iyi insanlar. Bize karşı son derecede sıcak ve samimi davranıyorlar.

Milli Takımımızın EURO 2020 grubunu ve şansımızı nasıl değerlendiriyorsun?

Türk insanının yapamayacağı hiçbir şey yok. Buna eminim. Biz ne savaşlardan çıkmış, ne maçları döndürmüşüz. Tarihimiz destanlarla dolu. Tabii ki Fransa dünya şampiyonu ve çok güçlü bir takım. İzlanda, Arnavutluk ve diğerleri de küçümsenecek rakipler değil ama bizim yenemeyeceğimiz hiçbir takım, kazanamayacağımız hiçbir savaş yok.

Kendine örnek aldığın takım arkadaşların var mı?

Burak abi, Necip abi, Mustafa abi, Oğuzhan abi, hepsi kendilerine çok dikkat ederek yaşarlar. Bizim takımın geneli böyle zaten. Burak abi sağlığı ve beslenmesiyle ilgili çok hassastır. Necip abi uykusuna çok dikkat eder. Bazen Oğuzhan abiye giderim, mutlaka sporcu beslenmesine uygun yemekler yapar. Mustafa abiye giderim, o da yol gösterici konuşmalar yapar, tavsiyelerde bulunur.

İstanbul’daki bir boş gününü nasıl değerlendiriyorsun?

Eğer o hafta maçımızı kazandıysak dışarı çıkarım. Yenildiysek hiç tadımız-tuzumuz olmuyor. Ailem buradaysa onlar yanıma geliyor. Genellikle abim yanımda oluyor. Onunla birlikte kahvaltı yapıyoruz. Tesislere 10 dakika mesafede oturuyorum ve İstanbul’un trafiğini sevmediğim için yakınlarda bir yerlerde kahvaltıya gidiyorum. Bazen de birlikte akşam yemeğine çıkıyoruz. Zaman zaman Eskişehir’deki arkadaşlarımın Avrupa yakasındaki evlerinde buluşuyoruz.

Hobilerin var mı?

Erkek muhabbetlerini çok seviyorum. Arkadaşlarımla okey ve kağıt oyunları oynamaya bayılıyorum. Caner abiyle dışarı çıkarsam güzel bir yerde çay içeriz. Oğuzhan ve Necip abiyle çıkarsam oyun oynarız. Mustafa abiyle çıkarsam özel bir yerde güzel yemekler yeriz. Bir de bilgisayar oyunlarını çok seviyorum. Küçüklüğümden beri ’Counter Strike’ meraklısıyım.

Reklam
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ